Logo
Sığınak
6 May 2024

Sığınak

Post by halil ibrahim yükçü

Belirsizlik bir deniz misali. Çoğumuz bu denizin içerisine ne zaman düştüğümüzü hatırlamıyoruz. Yüzmeyi de bilmiyoruz. Gidilecek uzun yolların olduğu inancı ve tasavvurlarıyla kulaç atmaya çalışıyoruz. Çırpınıyoruz. Ve sanıyoruz ki denizi çırpınışlarımız köpürtüyor. Deniz ezelden köpüklü ve gidilecek yollar muamma. Yaşamın kıyısına vurmaya çalışıyoruz. Kıyı ve deniz birbirine karışmış vaziyette; dert ve deva, keder ve sevinç hep bir arada. Bize tesirinin olumsuz olduğuna inandığımız dert de içimizde var olacak, keder de. Bu şekilde sürüp gideceğiz. İçimizdeki bu kaçma arzusunun sebebini çoğu zaman kendimiz de bilmiyoruz zaten. Ama istiyoruz. Bir ücra arayışının aşkıyla yola revan oluyoruz. Bazen yolda kalıyoruz, kayboluyoruz. İnsana ıstırap veren, iç sıkıntılarına boğan bir boğuşma bu. Kurtuluş reçetesi olarak çoğu zaman beşeri olana sarılıyoruz, beşere sarılıyoruz. Aldanıyoruz. Uzak ya da yakın bir gelecekte bizi bu iç sıkıntısının içerisinden çekip alacak olan bir ümide tutunuyoruz. ‘’Falanca niyetim gerçekleştiğinde, penceremin önü daha aydınlık olacak’’ avuntusu gönlümüzün ateşini dindiriyor az da olsa. Elbette güzel şeylere niyet etmeli ve bir ümide bağlanmalı insan fakat birkaç saat sonramız bile bize çok uzak. Ötelere tutunmak yıpratıcı. Şu an gönlüme merhem olamayan herhangi bir şeye elimi uzatmam ne kadar mantıklı? Sıkıntılarla kıvranmaya devam ediyoruz. Bu durumda ”Allah’ın benden muradı ne?” sorusunu sorma ihtiyacı duyuyor bazıları. Büyük beklentiler içerisine girebiliyoruz, kendimizi bir ordunun başında hayal etmek zorunda hissediyoruz. Bu sorunun cevabını çoğu zaman kendimiz zorlaştırıyoruz. Allah’ın benden muradı dürüst bir insan olarak yaşamam belki de (dürüst bir insan olmak bu kadar basit mi sahiden? Teşbihte büyük bir kusur olmasın bu?). Adım, sanım bilinecek kaygısı gütmeden, büyük işlerin içerisinde olmayı arzulamadan, sadece razı olacağı şekilde kulluğumu yerine getirmek için geldim belki. (Belki mi?) Aynalarda ne diye büyük görüneyim? Tüm bunlar demek değil ki koşuşturmayalım. Fakat neden basit, sade olana koşulmasın? Koşulacak olanın en zor, en uç olması gerektiğine bizi kim inandırdı? Hor görülen ama olması gereken düsturları geri kazanmakla yükümlüyüm belki de? Örnekler çoğaltılabilir, içerisinde bulunduğumuz gafleti eleştirmek bir ömrü yorabilir. Yeterli. Bazen yeterli demek gerekir. Dedik ya beşere bağlanıyoruz diye, göğsümüzü en çok yoran bu oluyor. Dünyanın hiçbir kuvvetinin dindiremeyeceği o gönül sıkıntısını bir secde dindiriyor. Merhem tazeleniyor fakat biz çoğu zaman göremiyoruz. Gecenin karanlığını aydınlatan da O, gündüzü kimine karartan da. Denizi köpürten de O, bize kıyıyı gösteren de. Zamana yetişelim, hayatı yaşayalım derken, hayat bizi öylesine işgal etti ki hakikati unuttuk. Bir nevi zulüm. Kendi nefesimizde boğulduk. Şimdi bizi bizden kurtarması için Allah’a yalvarmak ve yalnız ona sığınmak dışında hiçbir yolumuz kalmamıştır. Yollar yalnız O’nun izniyle açılır ve denizlerin dalgalarını yalnız o dindirebilir. Belirsizliğin yıkıcı tesirini yalnızca samimiyetle edilen tevekkül engelleyebilir. Çünkü ‘’dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir’’ (Ankebut 64). Bir yalana sarılmak yılana sarılmaktan beterdir. Yalanın zehri yalnız ömrü değil ahireti de mahveder Allah muhafaza.

Bir dönem kendimi ''tekkesimiskin'' olarak tanımlamıştım. ''Benim tekkem gönlümdü ve gönlüm de miskindi''. ''Virane diyemedim de gönlüme miskin dedim, gönlümü enkazında gizledim''. diye de eklemiştim. Şimdiyse melhufvari geziyorum dünyada. Biraz müteferriç, az da olsa mütefekkir...

1 Yorum

Leave a Comment