
İskenderun’a döneli yaklaşık altı saat oluyor (şu an saat 22:20). Gündüz Kahramanmaraş’taydım. Ve yine yaklaşık 2 sene önce de oradaydım. Hasılı kelam geçmiş ile fazlasıyla irtibatlıyım. Orada üniversite okuduğum dönemde yapmaktan keyif aldığım belki de tek şey kulaklığı takıp Yedi Güzel Adam Müzesi’ne gitmekti. Özellikle oradan dönüşüm akşam saatlerindeyse ve yağmur yağıyorsa kendimi daha şairane hissederdim. Kulaklığım takılı, ismet özel’den münacat dinlerken elimde olmadan hayata cephe alır, kafamın içinde beni oyalayacak farklı meşgaleler bulurdum. İskenderun’a dönmeden önce o hisleri tekrar yaşama iştiyakı ve biraz da özlemle Eski Maraş’ın sokaklarına attım kendimi. Tam olarak doğru yol olup olmadığını kestiremediğim bir yokuşa yöneldim. Iskaladığım şey: deprem. Şehrin çehresi tamamıyla değişmişti ve ben tanıyamadığımı geç fark ettim. Yine de attım kendimi sokaklara. Her zaman yürüdüğüm o sokağı bulacaktım nihayetinde! Üzerinden neredeyse 1.5 yıl geçmiş olmasına rağmen hala sağda solda duran enkazlara baktıkça ‘’acaba’’ diyemeden edemedim kendimi.. Hayat acı. Sokağı arıyorum zannıyla epeyce yol katettikten sonra kendime itirafta bulundum: ‘sen sokağı değil 2 yıl önceki seni arıyorsun’. Geçmişe duyduğum ve anlam veremediğim şiddetli bir özlem vardı içimde. O sokaktan daha önce hiç geçmemiş olsaydım, şimdiki geçişimde benim için bu kadar anlamlı olur muydu? Bilmediğim bir sokağa özlem mi duyacaktım? Yürürken denk geldiğim bazı yüzlere de bakmadan edemiyordum. Bir şeyleri arayanın yalnız ben olmadığımı anladım. Her insanın aradığı şeyin kendince bir ehemmiyeti vardı ve bu kimselerin daha önceden de bu sokaklarda yaşayan insanlar olduğunu yıkılmış evlerin arasında düşününce kendimi daha kötü hissettim. Geçmişe nazar etmeden yapamıyorduk, çaresizliklerimizden birisi de buydu. Hayat bir şekilde geçip gitse de insan başını arkaya çevirmeden edemiyordu.
Yürüdüğün bir sokak, zamanında bir dost ile bindiğin otobüs, bir zamanlar tüm benliğinle orada olduğun şehir, yaşadığın bir aşk, göğsünü kana boğan bir kırgınlık.. Geçmiş, seyrinden istifade edilebilecek yegane şey. İzlerin hepsi oradan yansıyor insanın ruhuna. Ara ara yoklama ihtiyacı duyuyoruz. Kimi zaman farkına varmadan kanatıyor, kimi zaman geçmişin ardına yaşlar yolluyoruz. ”Yarım kalan şu portre tamamlansaydı şayet nasıl görünürdü?” diye sormadan edemiyoruz. Bakıyoruz o portreye ama anlamlandıramıyoruz. Ne fırçadan eser var ne de boyadan! Ama en nihayetinde şunu unutmamalı: bir şeylerin özlemi ile daha önce yürüdüğüm o sokağa sığınışım da yerini bir başka özleme bırakacak yahut unutulacak. Belki bir daha orada yürüyemeyeceğim. Bambaşka sokaklarda bulacağım kendimi. Kendimi bambaşka sokaklarda bulacağım belki..
1 Yorum